Krea FILM | BLOG SAYFASI

PROJELERİMİZ İLE İLGİLİ DETAYLARI VE BİLGİLERİ BU SAYFADAN TAKİP EDEBİLİRSİNİZ.

WOODY ALLEN RETROSPEKTİF

Blog yazarı: Krea Film | 2016-04-16

          1935 yılında Amerika’nın New York şehrinde doğan HeywoodWoodyAllen, uzun mu uzun kariyerine 1950’lerde televizyona komedi türünde metin yazarlığıyla başlamıştır. Aynı yıllarda içeriğinde denemelerinin, ufak hikayelerinin ve oyunlarının bulunduğu birkaç kitap da yazan yönetmen, 1960’ların başlarında stand-up yapmaya başlamış ve bu dönemde yarattığı biyografik izler de taşıyan “nevrotik, varoluş sancıları çeken, kadınlara düşkün, antisemitizm paranoyası yaşayan entellektüel” personası devasa bir filmografiye(47 film) sahip yönetmenin erken dönem slapstick komedilerine ve yarattığı protagonistlere öncülük etmiştir. 

“aşk, yanıttır. ama yanıtı beklerken, seks de gayet güzel sorular hazırlayabilir”

          Yönetmenin hayatın anlamı, ilişkiler gibi temalara erkenden el attığı, siyaset ve felsefi akımları da türlü göndermelerle didiklemeye başladığı erken dönem filmleri, absürt komediler üzerine çok başarılı örnekler olmakla birlikte Allen’ın daha sonra da sürekli işleyeceği konulara iyi bir girizgah yapmıştır. Bir suç parodisi olan Take the Money and Run ve siyasi bir parodi olan Bananas’ta muzurluğu baştan sona elden bırakmayan Allen, Everything You Always Wanted to Know About Sex ile bu tarzı daha oturaklı hale getiriyor, başarılı da bir bilim-kurgu olan Sleeper ve tarih-edebiyat üzerine pek çok referans verdiği Love and Death ikilisiyle sinema adına da çok başarılı iki parodiye imza atıp tarzını kusursuzlaştırıyor. 

“sana göre ateistim, tanrıya göre ise sadık bir muhalif”

          Her şey de bundan sonra başlıyor. 70'lerde Avrupa sinemasından, özellikle Bergman ve Fellini’den oldukça etkilenen yönetmen(1), bu dönemde kişisel düşünce ve zevklerini filmlerine ve karakterlerine daha çok yansıtarak 20 yıllık bir dönemde türünün en iyi örneklerinden olan filmlere imza atmıştır. Çok sevdiği New York’u, caz müziği, nostaljiye olan ilgisini filmlerinin arka planı haline getiren Allen, ilişkilerde bilinmezlik, din, ölüm gibi obsesyon haline getirdiği kavramları derinlemesine işler. “Bence gerekli olan komedi kurallarının en katı noktalarını bulup, sürekli bunları kırmaya çalışmaktır.”(2) diyen yönetmen, Love and Death’i seyirciyle konuşarak bitirirken bir sonraki filmi Annie Hall’u da seyirciyle konuşarak başlatır ve sinemasında gayriresmi olgunluk dönemine adımını atar. İlişkilerin bilinçaltına bir yolculuk olarak sayabileceğimiz film; tespitleri, sanat yönetimi, orijinal anlatımı(filmde ufak bir animasyon bile mevcut), Amerikan tv dünyası üzerine söylediği sözler, o dönem birlikte olduğu ve daha önceki filmlerinde de birlikte çalıştığı Diane Keaton’la olan kimyası ile parlar ve yönetmene ilk oscar’ını getirir.

          Annie Hall ile başlayan bu dönemde yönetmen, bir Bergman güzellemesi olan “Interiors”, yönetmenin New York sevgisinin doruğa çıktığı siyah beyaz enfes şehir manzaraları veren ve nefis senaryosu da açık bir Vladimir Nabokov imzalı Lolita  güzellemesi olan “Manhattan”, Take the Money and Run’da kullandığı mokümanter türünü zirveye çıkaran, psikanaliz üzerine hem dokunaklı hem de matrak bir yaklaşımda bulunduğu gibi ikinci dünya savaşı öncesi Amerika’sına yönelik de bir toplum eleştirisi sunan “Zelig”, iyi niyetiyle kaybetmeye mahkum bir adamın portresini çizerken şov dünyasının mutfağına dair acımasız gerçekleri de ortaya koyan “Broadway Danny Rose”, sinemaya bir saygı duruşu olduğu gibi Amerika’nın buhran döneminden de tespitler içeren buruk ve fantastik “The Purple Rose of Cairo”, blogumuzda incelemesini de okuyabileceğiniz yönetmenin başyapıtlarından biri olan ve eleştirmenlerin New York üçlemesi adını verdiği serinin Annie Hall ve Manhattan’dan sonraki son ayağı olan “Hannah and Her Sisters” gibi klasikler yaratıyor, 13 yıllık bir zaman aralığında neredeyse her yıl film çekerek inanılmaz üretken bir dönem geçiriyor ve kendini bir auteur olarak ispatlıyor. Bu dönemde yazar-yönetmen-oyuncu olarak 14 oscar adaylığı elde eden yönetmen Annie Hall ve Hannah and Her Sisters’la 3 kez ödüle ulaşıyordu.

          80leri Radio Days ve Crimes and Misdemeanors gibi yine özel filmlerle bitiren ve 90larda da harika işlerine devam eden Woody Allen, “Husbands and Wives”, “Manhattan Murder Mystery”, “Bullets Over Broadway”, “Deconstructing Harry” gibi başarılı filmleri yönettiği gibi “Everyone Says I Love You” adında bir müzikal filme de imza atar ve “Antz” adlı animasyonda bir karakterin sesine de hayat verir. Yine bu dönemde müzik kariyerine de zaman ayıran yönetmen, klarnet çaldığı Woody Allen and His New Orleans Jazz Band adındaki grubuyla 93 ve 97’de iki albüm çıkarır. Hatta grubuyla çıktığı bir Avrupa turnesinde kendisi hakkında Wild Man Blues adında bir belgesel çekilir(3)

“ölümsüzlüğe yapıtlarımla değil, gerçekten ölmeyerek ulaşmak istiyorum”

          2000’lere geçildiğinde kariyerinde düşüş yaşamaya başlayan yönetmen kendini çok tekrar etmeye başladığı yönünde eleştiriler almaya başlar. Hatta bazı kritikler yönetmenin başarılı günlerinin tamamen geride kaldığını iddia etmiştir(4). 2005’te Londra’da çektiği Match Point’le bu gidişe dur diyen Allen kendisini Avrupa’ya verir ve burada hayatta kalabildiğini söyler. The Guardian’a  verdiği bir röportajda, Amerika’da işlerin değiştiğini, stüdyoların artık küçük filmler yapmak yerine 500 milyon dolarlık hasılat getiren 100 milyon dolarlık filmler yapmak istediklerini belirtmiş ve Avrupa seyircisinin kendi çektiği türde filmlere daha anlayışlı olduğunu söylemiştir(6). Match Point’ten sonra Melinda and Melinda, Scoop ve Cassandra’s Dream’le olumsuz sayılabilecek periyodu devam ettiren yönetmen Barcelona’da çektiği Vicky Christina Barcelona ve Paris’te çektiği Midnight in Paris ile son dönem filmlerindeki en iyi tepkileri alır. Vicky Christina Barcelona, Penelope Cruz’a en iyi yardımcı kadın oyuncu Oscar ödülünü getirirken, Woody Allen da Midnight in Paris’le uzun süre sonra en iyi özgün senaryo Oscar ödülünü kucaklar.  Tekrar fantastik sulara yelken açtığı Midnight in Paris, aynı zamanda yönetmenin en çok hasılat yapan filmi olmasıyla da özeldir(5). Bundan sonra Roma’da çektiği dağınık sayılabilecek To Rome with Love’dan itibaren Blue Jasmine, Magic in the Moonlight ve Irrational Man’le son dönemde kendini tekrar etmeye devam edip iyice düşüşe geçen yönetmen bu yazının yazıldığı tarih itibariyle 80 yaşına basmış durumda ve her yıl film çekmeye devam ediyor. Genellikle açıklamalarında kendini hafife alan tarzıyla dikkat çeken, mükemmeliyetçi olmadığını, hızlı çalıştığını sürekli vurgulayan ve özellikle kariyerinin sonlarında gezebilmek için film çektiğini söyleyen yönetmen(6) şu sıralar oyuncu kadrosunda Steve Carell ve Kristen Stewart gibi isimlerin geçtiği  Cafe Society filmi üzerinde çalışıyor. Yazımıza yönetmenin düşünce dünyasının perdeye en etkileyici şekilde yansıdığını düşündüğümüz New York üçlemesinin son filmi Hannah and Her Sisters’ın analiziyle son veriyoruz. Keyifli okumalar.

 

Yazar: Anıl Hacunoğlu

Kaynakça

1. "Woody Allen Keeps the Faith" Los Angeles Times October 22,1989  

2. İnkılap yayınları "Ünlü yönetmenlerden Sinema Dersleri" Woody Allen section

3. "Woody Allen interview with Carole Cadwalladr" The Guardian March 13,2011 

4. "Melinda and Melinda review (2004) Qwipster's Movie Reviews" 

5. "Midnight in Paris Becomes Woody Allen's Top Film of All Time in America" The Hollywood Reporter 

6. "Why I love London" The Guardian UK January 17, 2008